@media (max-width: 1200px) { }.ns-inline:not(.ns-columns) .ns-buttons-wrapper { justify-content: center; }body .ns-inline:not(.ns-columns) a.ns-button, body .ns-inline .ns-total-share-count { margin: 0px 5px 10px 5px; }
Karagöz – Dersaadet’te Gölge Oyunu | Künye
Yazar: Hakan Öztürk
Editor: Uğur Uçkıran
Yayınevi: Epona Yayınları
Sayfa Sayısı: 244
Çıkış Tarhi: Ekim 2023
Karagöz – Dersaadet’te Gölge Oyunu – Hakan Öztürk | Arka Kapak Tanıtımı
“Hayranlıkla okuyorum! Gerçekten!”
–Ezel Akay.
“Hakikat, Dersaadet’in tılsımları uyanıyor, kıyamet arza Dersaadet’ten intişar edecek.”
Harut ile Marut’tan Dabbet’ül Arz’a, taze ölülerin yüreklerini söken cadılardan Ye’cüc ve Me’cüc’e akla sığmayacak, havsalayı zorlayacak, cümle okurunu hayrete düçar eyleyecek, ziyadesiyle maceralı bir ilk roman Dersaadet’te Gölge Oyunu . Serkomiser Muzaffer Bey ve Yakışıklı Ziya’nın destekçileri, Zabtiye Teşkilatı’nın en hususi hafiyeleri Külhanbeyi Karagöz ile Münfelik Cevat Efendi; Sultan’a düzenlenen komployu engelleyebilecek mi? Dersaadet’in dört bir yanını saran gizemleri çözebilecek mi? Cem-i cümlesinden mühimi ayak sesleri duyulan kıyamete mani olabilecek mi?
Peki, şekli cismi bozuk bir cücenin tüm bu hengame ile ne alakası var?
Karagöz – Dersaadet’te Gölge Oyunu | TADIMLIK
1. BÖLÜM
Yeni Cami Meydan’ı öğle namazından çıkanlarla daha da kalabalık olmuştu. Kimisinin alma, kimisinin satma, kimisinin çalma, kimisinin de sadece yoluna varma derdinde olduğu meydanda sarıklı, külahlı, latalı, arakiyeli, fesli, derviş takkeli, fötr şapkalı, redingotlu, istanbulinli, cübbeli, camadanlı, şalvarlı, poturlu, dar setreli, İngiliz kumaşı pantolonlu erkeklerin konuşmaları; hotozlu, guguruklu başlı yaşmaklı, peçeli, oyalı şapkalı, bindallı sevayi entarlıl, canfes şalvarlı, envai renkte çarşaflı, feraceli, döpiyesli kadınların konuşmalarına karışıyordu. İnsan bu keşmekeşte bir yandan camiden yükselen aşır sesini, bir yandan Edirne kapısından şehre giriş yapmış baharat yüklü deve kervanının çan çınlamasını, aheste aheste Haliç Boğaziçi arası her limana uğradığı için dilenci vapuru denilen Şirket-i Hayriye vapurunun uskur sesini, Çemberlitaş’a çıkan atlı tramvayın önünde “Varda!” diye yol açan vardacının bağırışını, Mısır Çarşısı’nın önündeki kahvecilerin maşa, sarrafların meddiye şıkırtısını, satıcıların avazını alıcıların niyazı ile beraber işitiyordu. Bu hengamede, kalabalık içerisinde bir dalgalanma oldu. Sebebi başlarındaki külalarda Acem oldukları anlaşılan iki kişinin kalabalığı bastıran bir sesle, “Vardal Çekilin! Değmesin!” diye bağırıp, önüne çıkanları itip, savurup kendilerine yol açmalarıydı. Yanından geçtiklerinin dönüp bir kez daha bakmaların sebebi de bu ikilinin külahlarından, camadanlarına, şalvarlarından, potinlerine kadar aynı giyinmiş tenlerinin karasından, kahverengi gözlerinin değirmiliğiyle bıyıklarının burumlarına kadar birbirinin aynı olan ikiz kardeşler olmalarıydı.
İsimleri Hüseyin ve Rahmi olan ikizler, her daim aynı şeyleri düşündüklerinden, aralarında konuşma gereği duymadan önünde durdukları arzuhâldiyi incelediler. Mektup yazdıran yaşlı adamın kılık kıyafetine bakıp nüfuslu birisi olduğundan etkilenerek o tezgâhı pas geçtiler. “Çekiliyor! Kazanan altmış bin frank kazanıyor!” diye bağıran lotaryacının yerini beğenmediler. Kavanozlarını yan yana dizmiş turşucunun bakışlarındaki netameden korktular. “Cennette şefaatçi kuşlar! Azatlık kuşlar on mecidiyeye!” diye bağıran güvercin azatçısının kuşlarına acıdılar zira ikisi de bir zamanlar güvercin yetiştirmişlerdi. Nihayet, bir ipi çekilse kırk yaması dökülecek kuruyemişçiye yanaşıp, “Haydi kapat dükkânı Hacı Efendi! Biraz da biz siftah edelim!” diyerek çuvallarını yere bıraktılar. İkizlerin kuşaklarındaki saldırmaları gören yaşlı kuruyemişçi ikiletmeden apar topar sermayesini toplayıp kendisine başka bir yer bulmaya koyuldu.
İkizler, hemen çuvallarından çıkardıkları katlanır tezgâhın üzerine mallarını sermeye başladılar; şimşir kaşıklar, çengeller, çamaşır-don-sapan lastikleri, rengarenk teneke lambalar, açılır kapanır tahta metreler, duvarci şakulleri, bebekler için silbekler, jilet, misvak, nazar boncukları, bağ çakıları, firdöndüler, ardıç katranı, Bulutlu Kahve’nin baran-ı tiryakisi, kapağı ilmi mecmua, içi müstehcen muhteviyat olan dergiler. Tüm bu mallar sanki çuvaldan değil de ucu gayb alemine açılan sihirbaz kutusundan gelir gibi bitmemecesine çıkarılıyor, tezgâhı dolduruyordu.
Yerleştirme işi bitince kardeşlerin laf atmaları başladı. Yaşlı bir adam görseler “Bursyuk üzüm!” hamile bir kadın görseler “Yumurtalı tavuk!” setreli pudralı bir kibara “Beyefendi yüz akçe para üstünü umutunuz!” deyip bakarsa fika çekip, “Nah sana para üstü?” diye bağırıp aynı tonda gülüyorlardı. İkindiye doğru iyice aztırıp alelumum kalabalığa “Sabunlarını, taraklarını, düdüklerim beş paraya!” diye bağırmaya başladılar. Yaşlı bir kadın görseler “Sana yüz paraya!” alımlı genç birini görseler “Düdüklerim bedavaya!” diyorlar, bu esnada Yeni Cami’nin mermer abdestliklerine dayanmış genç bir adamın onları izlediğini fark etmiyorlardı. Genç adam, en fazla yirmi beş yaşlarında, sıfır numara dar fesinden fırlayan kapkara kıvırcık saçları neredeyse giri kaşlarına değen, çıkık alınını gölgesiyle kararmış göz çukurlarında iki siyah nokta gibi gözleri, püskürme bıyığı, gür sakalı, kartal kanat omuza atılmış kapamacı malı ceketi, çift kat sarılmış kan rengi Trablus kuşağı, ökçesi basık potinleri ve eniyle boyuyla kapı eşiğini dolduracak zebellah gibi cüssesiyle tam bir külhanbeyiydi. Külhanbeyi, sinirle çiğnediği tütünü tükürüp Acemlerin tezgâhına doğru yürümeye başladı. İkizlerden onu ilk fark eden Hüseyin oldu. Hüseyin, hiç istifini bozmadan,
“Yavaş gel yiğidim, iskele yok!” diye laf attı. Külhanbeyi aldırmadan tezgâhın dibine kadar sokuldu.
“Kaçtır sizi izliyorum.” dedi. “Milletin anasına bacısına laf atmaya utanmıyor musunuz ulan çift hörgüçlü develer!” diye bağırdı.
Yine Hüseyin hiç istifini bozmadan,
“Laf mı attık?” Rahmi’ye dönerek
“Lan Rahmi, biz birisine laf mı attık?”
“Yok, kim öyle bir şey iddia edebilir ki?”
Külhanbeyi kızarak, “Ulan sizin dişlerinizi ipi kopmuş tespih gibi dağıtırım! Demin millete sabunlarım düdüklerim diye bağırmıyor muydunuz?”
Hüseyin cazgır tonda, “Bağırıyorduk tabii! Bizde yalan, cerheze yok. Rahmicim göster ağabeyine mallarını!”
Rahmi, çift manaya sırttarak bir eline bir kalıp sabun, diğerine fildişi görünümü bir tarak aldı. Tezgâhtaki düdükleri göstererek, “İşte civanmerdim, taraklarımızı, düdüklerimizi sabunlarımızı satıyoruz. Dedik ya bizde yalan yok!” diye sırttmaya devam etti.
Külhanbeyi yumruklarını sıkarak “La havle!” çektikten sonra bir şey demeden arkasını döndü. Beş adım uzaklaşmıştı ki, Rahmi “Allı verelim sarılı verelim kızmış ağabeyimize!” diye bağırdı. Külhanbeyi hızla tek topuğu üzerinde döndü. İki adımda arayı kapattı,
“Ne dedin sen, sarılıverelim mi dedin?”
Hüseyin, “Doğrudur ağabeyim. Haybeye kızdırdık seni.” Tezgâhtan iki kumaş gösterip, “Al.” dedi. “Allı müslin kumaş, sarılı sevayi kumaş bizden sana hediye olsun.”
Karagöz – Dersaadet’te Gölge Oyunu kitabı hakkındaki yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizlerle paylaşabilirsiniz. Benzer içerikler için bizi Google News ve WhatsApp kanalımızdan takip edebilirsiniz.
* Haftanın Kitabı olarak belirlediğimiz tüm eserler için tıklayın.
@media (max-width: 1200px) { }.ns-inline:not(.ns-columns) .ns-buttons-wrapper { justify-content: center; }body .ns-inline:not(.ns-columns) a.ns-button, body .ns-inline .ns-total-share-count { margin: 0px 5px 10px 5px; }